FAHİŞ FİYAT ARTIŞI ve STOKÇULUK KAVRAMLARINA HUKUKİ BAKIŞ

 

FAHİŞ FİYAT ARTIŞI ve STOKÇULUK KAVRAMLARINA HUKUKİ BAKIŞ

I-                    Ülkemizde Sözleşme Hürriyeti ve Fiyat Serbestisi

Son günlerde “fahiş fiyat” kavramını sıkça duyuyor veya yaşıyoruz. Bu kavram, ticaret hayatı kadar ekonomi politik ve hukuk için de kritik.

Bildiğiniz gibi, ekonomi literatüründe “fiyat”,  bir mal, hizmet veya varlığın değiş tokuş değeridir; arz ile talebin buluştuğu, teyitleştiği, mutabık kaldığı noktadır. Fiyat, ancak, bu buluşma, "teyitleşme" ve "mutabakat" ile oluşabildiği için, aslında fiyat içeren her türlü mal ve hizmetin alışverişinde, arz eden veya talepte bulunan olarak mutlaka bir sözleşmenin tarafı oluruz. Dolayısıyla, “fiyat”ın söz konusu olduğu her tür ekonomik ilişkide bir "sözleşme/akit" olduğunu/kurulduğunu söylemek yanlış olmaz.

Peki, ülkemizde mevcut hukuki düzen, “fiyat”a, dolayısıyla “sözleşme”ye nasıl bakıyor ve bugün “fahiş fiyat”ı nasıl tanımlıyor?

Bildiğiniz gibi, 12 Eylül darbesi sonrasında yeni Hukuk düzeni, temelleri bakımından, liberal politikalara, özel sektör hâkimiyetine ve piyasa ekonomisine göre inşa edilmiştir. Nitekim 1982 Anayasası’nda, temel hak ve hürriyetlere yönelik hem genel kısıtlamalar hem de özel kısıtlamalar öngörülmesine karşın, “Çalışma ve Sözleşme Hürriyeti” için “Savaş, sıkıyönetim ve olağanüstü haller dışında” hiçbir kısıtlama öngörülmemiştir.

Bu minvalde kaleme alınan 82’ Anayasası’nın (48 inci madde) söz konusu düzenlemesi aynen şu şekildedir:

“Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir. Özel teşebbüsler kurmak serbesttir.

Devlet, özel teşebbüslerin millî ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürümesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri alır. Herkes, dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine sahiptir.”

Hal böyle olunca, 80’li yıllardan bu yana ülkemizde, genel olarak “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” kuralının geçerli hale getirildiğini söylemek mümkündür. Nitekim, kamu yönetimi de, ekonomiyi ve sözleşme hürriyetini, bu süreç içerisinde, genel olarak kendi haline bırakmış, bir ekonomi politik tercih olarak verimli/yerli/ katma değerli üretimi teşvik etmek yerine, olabildiğince düşük döviz kuru ve ithalatı ön plana çıkararak, piyasanın kendi içerisinde bir denge bulacağı varsayımı ile hareket etmiş; bunun bir sonucu olarak da fiyatlama davranış ve eğilimlerine genellikle müdahale etmemeyi tercih etmiştir.

Bu durum, doğal olarak Hukuk sistemimize de yansımış; “fiyatlama davranışları” ve “sözleşmeler” bazı istisnalar dışında, sadece taraflarını ilgilendiren konular olarak ele alınmış; piyasanın doğal seyri ve işleyişi içerisine bırakılmıştır.

Nitekim bugüne kadar, sadece sözleşmenin taraflarını bağlayan ve yine sadece sözleşmenin taraflarını ilgilendirecek şekilde “dönme, iptal etme ve para cezası” gibi sınırlı haklar/yetkiler bahşeden

Ø  “gabin (aşırı yararlanma, sömürü) (Türk Borçlar Kanunu md. 28) ”,

Ø  “Haksız Şart (Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun md. 5)”  

Ø Haksız Ticari Uygulamalar (Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun md. 62)” gibi  düzenlemeler ile

Ø   (elektrik, GSM hizmetleri vb.) tekel/imtiyaz nitelikli bazı mal ve hizmetlerin fiyatları dışında,

sözleşme hürriyeti ”ne toplu/genel bir şekilde müdahale edilmemiştir.

 

II-                  Covid-19 Salgını Sürecinde Ortaya Çıkan Kalıcı Nitelikteki “Fahiş Fiyat Artışı” Düzenlemesi

Bunlarla birlikte, 16.04.2020 tarihinde kabul edilen “Yeni Koronavirüs (Covıd-19) Salgınının Ekonomik ve Sosyal Hayata Etkilerinin Azaltılması Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun”un 14 üncü maddesiyle, Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’a aynen şu düzenleme eklenmiştir (https://www5.tbmm.gov.tr/kanunlar/k7244.html) :

Ø  “Üretici, tedarikçi ve perakende işletmeler tarafından bir mal veya hizmetin satış fiyatında fahiş artış yapılamaz.

Ø  “Üretici, tedarikçi ve perakende işletmeler tarafından piyasada darlık yaratıcı, piyasa dengesini ve serbest rekabeti bozucu faaliyetler ile tüketicinin mallara ulaşmasını engelleyici faaliyetlerde bulunulamaz.”

Görüldüğü gibi, Covid-19 salgınıyla mücadele için çıkarılan ve normalde “geçici” nitelikte düzenlemeler içermesi gereken bir “Torba Kanun”la bugün artık ülkemizde “fahiş fiyat artışı” nın net ve “kalıcı” bir şekilde yasaklanmıştır. Başka bir deyişle, Anayasa’da güvence altına alınan “sözleşme hürriyeti”  perakende ticareti açısından artık “fahiş artış” ve “piyasada darlık yaratıcı, piyasa dengesini ve serbest rekabeti bozucu faaliyetler ile tüketicinin mallara ulaşmasını engelleyici faaliyetlerde bulunmamak" ile sınırlandırılmıştır.

Dolayısıyla pek farkında olduklarını düşünmüyorum; ancak, ticaret hayatında, “üretici, tedarikçi veya perakende işletmeler” açısından, artık, teknik olarak “fiyat” serbestçe belirlenebilir bir parametre olmaktan kalıcı olarak çıkmıştır.

Sizlerin de dikkatini mutlaka çekmiştir: Kanun’da, aksine hareket halinde para cezası öngörülmesine karşın, “fahiş artış”, “fahiş fiyat”,  ile “piyasada darlık yaratıcı, piyasa dengesini ve serbest rekabeti bozucu faaliyetler ile tüketicinin mallara ulaşmasını engelleyici faaliyetler”in ne olduğu tanımlanmamış; kanaatimce bilinçli bir şekilde bir boşluk/muğlaklık yaratılmıştır.

Öncelikle ifade etmek gerekmektedir ki, bu düzenleme, Anayasa’da öngörülen bir özgürlüğü sınırlandırmasına karşın, yarattığı muğlaklık nedeniyle açık bir şekilde Hukuk Devleti ilkesiyle çelişmektedir.

Öte yandan, anılan Kanun için Anayasa Mahkemesi’ne müracaat edilmemiş; dolayısıyla düzenlemenin Anayasa’ya uygunluğu henüz inceleme konusu yapılmamıştır. Anayasa Mahkemesi’nin bu konudaki görüşüne ise, belki ileride bir somut norm denetimi yapma imkânı olursa, ulaşabileceğiz. 

Ancak Anayasa Mahkemesi geçmişteki bakış açısı/kompozisyonu dönemde “sözleşme hürriyeti”ni oldukça geniş yorumlamış ve “dışarıdan müdahale yasağı”, “hukuk güvenliği”, “sözleşmenin yerine yasa geçirilip uygulama yapılamayacağı”, “irade serbestisi” gibi gerekçelerle, bu özgürlüğe müdahale eden başka bazı Kanunları iptal etmiştir.

Bu Kanun’un yürürlüğe girmesinden birkaç ay sonra ise bir Yönetmelikle, “fahiş fiyat artışı” tanımı yapılmış;  “piyasada darlık yaratıcı, piyasa dengesini ve serbest rekabeti bozucu faaliyetler ile tüketicinin mallara ulaşmasını engelleyici faaliyetler”e ise genel bir tanımla “stokçuluk” denmiştir. (https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=34561&MevzuatTur=7&MevzuatTertip=5)

Peki, bu çerçevede, perakende ticaret bakımından Hukukumuza ilke defa girmiş olan “fahiş fiyat artışı” nedir?

Yönetmeliğe göre “fahiş fiyat artışı” aynen şu şekilde tanımlanmaktadır:

“Olağanüstü hal, afet ve ekonomik dalgalanma dönemleri ile diğer acil durumlarda üretici, tedarikçi ve perakende işletmeler tarafından satışa sunulan ve kamunun beslenme, sağlıklı yaşama ve korunma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak için zorunlu olan mal ve hizmetlerin fiyatında girdi ve diğer üretim maliyetlerindeki artış gibi haklı bir sebebe dayanmaksızın yapılan aşırı ve adil olmayan artış”

Öncelikle belirtmek gerekmektedir ki, hukuki metinlerin, hele de yaptırımı ceza olanların, “hukuk devleti” ve “hukuk güvenliği” ilkeleri gereğince, açık ve net bir şekilde kaleme alınmaları ve içeriğinde, kişiden kişiye değişebilecek/öznel kavramlara yer verilmemesi ya da mutlaka bu kavramlar kullanılacaksa herkesçe ortak bir şekilde anlaşılabilmeleri gerekir.

Halbuki, “fahiş fiyat artışı” tanımı yapılırken, madde metninde,  dalgalanma”, “acil durum”, “diğer”, “gibi”, “aşırı ve adil olmayan” kavramları kullanılmıştır. Bu kavramlar, nesnel ve objektif olmadıkları gibi anlaşılması/tanımlanması ve uygulanması da kişiden kişiye değişebilmektedir. Üstelik bir idari işlem olan Yönetmelik değişikliği ile -yani Kanun değişikliği gerekmeden- bu tanımın her zaman başka bir şekle/içeriğe de büründürülmesi mümkündür. Kısaca, bütün bir perakende ticaretin “fiyat” tarafını düzenleme ve yaptırıma bağlama iddiasında olan bu metin, yaratılan muğlaklık ve olası uygulama/yaptırım farkları nedeniyle oldukça tehlikelidir.

III-                Fahiş Fiyat Artışı Kavramının Hukuki Boyutu

Bu kapsamda, yine sadece Yönetmelikteki düzenlemeyi dikkate aldığımızda, bir mal ve hizmetin fiyatındaki artışa “fahiş fiyat artışı”  diyebilmek için:

1-                  Fiyat artışının, olağanüstü hal, afet ve ekonomik dalgalanma dönemleri ile diğer acil durumlarda yapılmış olması gerekir.

Kanunlarımızda, “olağanüstü hal” ve  “afet” kavramları az çok tanımlanmaktadır. Ancak, “ekonomik dalgalanma dönemleri ile diğer acil durumlar”ın ne olduğunu kanaatimce bu Yönetmeliği yazanlar dahi bilmemektedir/bu konuyu özellikle/kasıtlı olarak açıkta/boşlukta bırakmayı tercih etmiştir. Dolayısıyla “ekonomik dalgalanma dönemleri ile diğer acil durumlar” nedir; net bir şekilde tanımlan(a)madığı için, bu Yönetmeliğin uygulanışında, birçok ihtilaf yaşanacaktır.

2-                  Fiyat artışının, “kamunun beslenme, sağlıklı yaşama ve korunma gibi temel ihtiyaçlarını karşılamak için zorunlu olan mal ve hizmetlerin fiyatlarında” yaşanması gerekmektedir.

Görüldüğü gibi, madde metninde oldukça geniş bir skala ele alınmakta; ancak, “kamunun beslenme, sağlıklı yaşama ve korunma gibi temel ihtiyaçları karşılamak için zorunlu olan mal ve hizmetler”in ne olduğu da yine açık bir şekilde belirtilmemektedir. Dolayısıyla, genel olarak “gıda”yı mı bu şekilde tanımlayacağız; ya da “gıda” gurubu içerisinde yer alan örneğin pirzolayı mı havyarı mı mercimeği mi unu mu? Bunun gibi, “ulaşım” da temel bir kamusal ihtiyaç olduğuna göre, sıfır/ikinci el araç fiyatlarındaki artışa da mı “fahiş fiyat artışı” denilecektir? Tüm bunlar, belirsizdir. Kanaatimce, Yönetmeliğin düzenlemesi bu bakımdan da ciddi bir biçimde sorunludur.

3-                  Yine, fiyat artışının, “girdi ve diğer üretim maliyetlerindeki artış gibi haklı bir sebebe dayanmaksızın” yapılması gerekmektedir. Öncelikle yönetmelik, “girdi ve diğer üretim maliyetlerindeki artış”ı haklı sebebe dayanan bir artış olarak görmektedir; bunu rahatlıkla söylemek mümkündür. Dolayısıyla,  fiyat artışının, “girdi ve diğer üretim maliyetlerindeki artış”a bağlı olarak gerçekleştiği ispatlanabildiği sürece herhangi bir sorun olmayacak; yaptırım uygulanmayacaktır.  

Ancak, madde metninde, yukarıda belirttiğim üzere “gibi” kelimesi kullanıldığı için, “girdi ve diğer üretim maliyetlerindeki artış” dışında hangi gerekçenin meşru/haklı neden kabul edileceği belirsizdir. Örneğin, konut veya otomobil fiyatlarındaki “talep”e bağlı artış; “fahiş fiyat artışı” olarak mı kabul edilecektir? Hiçbir maliyet unsuru değişmediği ve artmadığı halde, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne ya da Osmangazi Köprüsü'ne son yıllarda yapılan % 400 civarındaki artış “fahiş fiyat artışı” mıdır?

4-                  Son olarak, bir fiyat artışına “fahiş” diyebilmek için artışın, “aşırı ve adil olmayan” şekilde yapılması gerekmektedir. Bu konuda pek fazla bir şey yazmaya/söylemeye gerek yoktur. Ne aşırıdır; ne değildir? Hangi fiyat adildir; hangisi değildir? % 20 artış adildir de % 25 mi adil değildir? Tüm bunlar maalesef açıkta bırakılmıştır.

Son olarak şunu da ilave etmek gerekmektedir: TBMM'ne iktidar partisi milletvekillerince  13.12.2021'de sunulan 2/4018 sayılı Kanun teklifinde ise, yukarıda işaret ettiğimiz eleştirileriler hiçbir karşılık bulmadığı gibi "etkinliğinin ve caydırıcılığının artırılması" düşüncesiyle "stokçuluk" fiili için öngörülen cezaların artırılması hedeflenmektedir.  (https://www2.tbmm.gov.tr/d27/2/2-4018.pdf) Bu teklif yasalaşması halinde, kanaatimce sorunlar daha da büyüyecektir.

IV. Stokçuluk Kavramının Hukuki Boyutu:

Yukarıda kısaca işaret ettiğim gibi Yönetmelik, "olağanüstü hal, afet ve ekonomik dalgalanma dönemleri ile diğer acil durumlarda üretici, tedarikçi ve perakende işletmelerin piyasada darlık yaratan, piyasa dengesini ve serbest rekabeti bozan faaliyetleri ile tüketicinin mallara ulaşmasını engelleyen faaliyetler"e "stokçuluk" demekte; tabir yerindeyse, gerisini "uygulama"ya bırakmaktadır.

"Olağanüstü hal, afet ve ekonomik dalgalanma dönemleri ile diğer acil durumlarda" kavramlarının ne denli tartışmaya açık ve "sorunlu" olduğuna yukarıda dikkat çekmiştik.

"Piyasada darlık yaratan, piyasa dengesini ve serbest rekabeti bozan faaliyetleri ile tüketicinin mallara ulaşmasını engelleyen faaliyetler" kavramlarına ise, yine bu Yönetmeliği uygulayanlar karar verecektir.

Esasen Türk Ceza Kanunu'nun:

a) 237 nci maddesinde "Fiyatları Etkileme" diye bir suç vardır ve bu suç "işçi ücretlerinin veya besin veya malların değerlerinin artıp eksilmesi sonucunu doğurabilecek bir şekilde ve bu maksatla yalan haber veya havadis yaymak veya sair hileli yollara başvurmak" şeklinde tanımlanmıştır.

b) 240 ıncı maddesinde ise "Mal veya Hizmet Satımından Kaçınma" diye bir suç vardır ve bu suç, "belli bir mal veya hizmeti satmaktan kaçınarak kamu için acil bir ihtiyacın ortaya çıkmasına neden olmak" şeklinde tanımlanmıştır.

Şimdi soru şudur: Yönetmelikteki "stokçuluk" fiilleri, TCK'nun 237 ve 240 ıncı maddelerinde öngörülen suçlara bağlanan ilave idari yaptırımlar mıdır? Ya da, artık, idari yaptırım öngörülen ayrı bir kategori kabahat mi öngörülmektedir?

Eğer, Yönetmelikteki "stokçuluk" fiillerine, TCK'nun 237 ve 240 ıncı maddelerinde öngörülen suçlara bağlanan ilave idari yaptırımlar dersek, bu konuda idari makamlar değil; ceza mahkemelerinin ne diyeceği beklenecektir.

Ancak, Yönetmelikteki "stokçuluk" fiilleri, TCK'dan bağımsız ayrı kategori kabahatler ise, öncelikle idari makamlar yaptırım kararları verecek; bu kararlara ilişkin açılacak iptal davalarında, artık idari yargı makamlarının kararları beklenecektir.

Sonuç olarak, Yönetmelikte öngörülen kavramlar muğlak ve sorduğumuz sorular şimdilik cevapsızdır.


V. “Fahiş fiyat artışı” ve “stokçuluk” fiillerinin cezası nedir?

Yukarıda belirtiğim yasal düzenlemeye göre,

“fahiş fiyat artışı” durumda, ilgilisi hakkında 10 bin Türk Lirasından 100 bin Türk Lirasına kadar,

“Stokçuluk” durumda ise, yine ilgilisi hakkında, 50 bin Türk Lirasından 500 bin Türk Lirasına kadar

idari para cezası uygulanacaktır. TBMM'ne iktidar partisi milletvekillerince  13.12.2021'de sunulan 2/4018 sayılı Kanun teklifinin yasalaşması halinde ise, bu ceza "100 bin Türk Lirasından 2 milyon Türk Lirasına kadar" şeklinde değişecektir.

Sadece öngörülen cezalara bakıldığında, “fahiş fiyat artışı” ve “stokçuluk” fiillerine öngörülen cezaların az olduğu/etkin olmadığı düşünülebilir. Fakat işletmeler/ticaret hayatı açısından buradaki asıl risk şudur: Kabahatler Kanunu’nun 15 inci maddesinde aynen, “Aynı kabahatin birden fazla işlenmesi halinde her bir kabahatle ilgili olarak ayrı ayrı idarî para cezası verilir.” denmektedir.

Dolayısıyla, örneğin bir zincir marketin 1000 şubesinde “mercimek” aynı anda “fahiş fiyat artışı” olarak görülen bir fiyatla satılıyorsa, uygulanacak ceza, 1000’le mi çarpılacaktır?

Bunun gibi, yine bir zincir markette, “mercimek”, “un” “süt” ve “bulgur” “fahiş fiyat artışı” olarak görülen bir fiyatla satılıyorsa, ceza bu defa 4 üründe ihlal olduğu için 4’le mi çarpılacaktır?

Hem Kanun hem de Yönetmelikte, ihlalin, "işletmeci" dikkate alınarak mı yoksa herhangi bir işletmecinin satışa arz ettiği "her bir ürün/mal/hizmet" dikkate alınarak mı uygulanacağı konusu da bilinçli bir şekilde açık bırakılmıştır. Dolayısıyla, işletmeler açısından, yukarıda işaret ettiğim düzenlemelerin, "korkunç" büyük mali sonuçlarının olması ve yüklü para cezalarının kesilmesi ihtimali  bulunmaktadır.

Sonuç ve Kanaatim:

Piyasanın oluşumu ve işleyişi üzerinde kamu gözetimi ve denetiminin bulunması gerektiği tartışmasızdır. Ancak bunun da, mutlaka, amacı ve sınırları net bir şekilde belirlenmeli ve uygulaması, kişiye veya zamana göre değişen bir şekilde değil; objektif olmalıdır.

Bu perspektifle şunu söylemek mümkündür: Covid-19 salgını başladığında alelacele çıkarılan 7244 sayılı Kanun ve akabinde yürürlüğe konulan “fahiş fiyat artışı” ve “stokçuluk” fiillerine yönelik Yönetmelik, oldukça muğlak, öngörülemez ve kanaatimce Anayasa’ya da aykırıdır.

Ülkemizin fiyat artışları konusundaki temel sorunu, halkın talep ettiği ürün ve hizmetlerin fiyatlarının sürekli bir şekilde artmasına (yüksek enflasyona) karşılık, gelirlerinin enflasyon oranında artmaması ve bunun “fakirlik, yoksunluk ve satın alma gücü kaybı” olarak hissedilmesidir. Bunun altında yatan neden ise, ülkemizdeki düşük verimli, katma değerli olmayan yetersiz üretim ve ihracata karşılık yıllarca kasıtlı olarak düşük seviyelerde tutulan döviz kurları ile adeta teşvik edilen ithal ürün kullanımı ve büyük yol/köprü/otoban gibi dövizle borçlanmaya ve ödemeye dayalı altyapı projelerinin oluşturduğu büyük cari açık ve bütçe açığı sorunudur.

Bu sorun çözülmeden piyasa aktörlerini, hukuka uygunluğu tartışmalı/hukuka açıkça aykırı düzenlemelerle “sopa göstererek yola getirmeye çalışmak” sonunda, halkın mal ve hizmetlere daha da pahalı ulaşmasını/ulaşamaması sonucunu doğurabilir.

Kamu yararı; yorumlanması, kişiye veya zamana göre değişen hukuka aykırı mevzuat hükümleri ile değil, üreten ve katma değer yaratan, iş bulan, çalışan insanlarımız çoğaldığında sağlanabilir.

Piyasa işleyişinde en önemli unsur olan fiyata, sübjektif bir bakış açısıyla “fahiştir” veya “adil değil” şeklinde nitelemeler ekler, işletmecileri muğlak bazı hükümleri bahane ederek ve kamuoyu baskısını hafifletmek için cezalandırır isek, üretmekte olan insanlarımızı/işletmelerimizi küstürürüz. Bu, sonunda sosyal barışın bozulmasına da neden olabilir.

Asıl olan üreten ve adil bir şekilde paylaşan bir ülke ve ekonomik modeli inşa edebilmektir.

27.09.2021

Atasoy ZER

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

PANDEMİ KOŞULLARINDA ŞANS OYUNLARI

TÜRKİYE'DE YASAL ŞANS OYUNLARI PAZARINDA 2020-2021 GERÇEKLEŞMELERİ VE 2022 BEKLENTİLERİ

BAĞIMSIZ İDARİ OTORİTELER GERÇEKTEN BAĞIMSIZ MI?