TÜRKİYE'DE TEKNİK İFLAS UYGULAMASI VE ŞİRKETLERİN İFLAS EDEMEME SORUNU
TÜRKİYE'DE TEKNİK İFLAS UYGULAMASI VE ŞİRKETLERİN İFLAS EDEMEME SORUNU
Hukuk ve iktisat
öğretisinde anonim şirketlerin, bir yandan, küçük tasarruf sahiplerine sermayelerini
nemalandırma imkânı vermek, diğer yandan da küçük tasarruf sahiplerinden sermaye
olarak toplanan artık “büyük” haline gelen meblağlarla yatırımlara girişmek
üzere kuruldukları söylenir.
Gelişmiş kapitalizm
ekonomisinde ise, sistemin önceden belirlenmiş temel bazı ilke ve kurallara
göre işlemesi ve “zombi” durumundaki şirketlerin “batmalarına/iflas etmelerine”
izin verilerek, ekonomik sistemin/piyasanın, kendi içerisinde bir denge bulması
beklenir.
Bununla birlikte, özellikle
2008 krizinden sonra bu yaklaşım keskin bir şekilde revize edilmiş, Merkez
Bankaları düşük faiz politikalarına geçmiş ve piyasa ekonomisinin politikacıların
hayallerindeki gibi canlı bir şekilde işlemesi için kredi kolaylıkları, kredi
yapılandırmaları vs. yaratılmıştır ki, şirketler, ekonomik aktivite içerisinde kalsınlar
ve batmasınlar.
Yönetim Kurulu, şirketin,
şirket ortaklarının ve şirketten alacaklıların menfaatlerini yakından ilgilendiren,
ortaklığın ve ilgililerin menfaatlerinin geleceğini etkileyebilecek “yönetim,
karar alma, imza atma ve temsil” gibi yetkilerle donatılmış bir organ olduğundan,
üstlendiği görev ve yetkilere paralel olarak, “sorumluluk” da taşırlar.
Kısaca, Yönetim Kurulu üyeleri
için öngörülen sorumluluk etkin bir şekilde kullanıldığı ölçüde, ortakların, alacaklıların, şirket
çalışanlarının ve üçüncü kişilerin menfaatleri, dolayısıyla da kamu yararı korunmuş
olur. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak, Kanunlarımızda, Yönetim Kurulu üyeleri
için birçok cezai müeyyide öngörüldüğü gibi mali sorumluluklarını öngören
düzenlemeler de yer almaktadır.
Anonim şirketlerin çok
ortaklı, bağımsız ve özerk yönetime sahip “gerçek örnekleri”nin faaliyet
gösterdiği “sermaye piyasaları”nda ise, bahsettiğimiz bu sorumluluk, daha da
büyük önem kazanmaktadır. Bu nedenledir ki, özellikle halka açık şirketlerin,
sadece “kar elde etme” güdüsüyle değil; “kurumsal yönetim ilkeleri” adı verilen
ilkelerle de faaliyet göstermeleri beklenmektedir.
Kanunlarımızın Yönetim
Kurulu üyeleri için öngördüğü sorumluluk hallerinden biri de, Türk Ticaret
Kanunu’nun 376 ncı maddesinde yer almaktadır. Detaya girmeden ifade etmek
gerekirse, “son yıllık bilançodan,
sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının yarısının ‘zarar’ sebebiyle
karşılıksız kaldığı anlaşılırsa” anonim şirket Yönetim Kurulu’nun, derhal genel
kurulu toplantıya çağırması ve genel kurula uygun gördüğü iyileştirici
önlemleri sunması gerekir.
Şirket
hissedarlarından/sahiplerinden oluşan genel kurulun da, sermayenin
tamamlanması, sermaye artırımı, bazı üretim birimlerinin veya bölümlerinin
kapatılması ya da küçültülmesi, iştiraklerin satışı, pazarlama sisteminin
değiştirilmesi gibi uygun gördüğü iyileştirici önlemleri alması gerekir.
Eğer
zarar, sermaye ile kanuni yedek akçeler toplamının üçte ikisinden fazla ise,
genel kurulun bu kez, sermaye azaltımı yapılması, sermayenin tamamlanması, sermaye
artırılması gibi yöntemlerden birine kadar vermesi, vermediği durumda da
şirketin sona ermesi ve tasfiyesi gerekir.
Üçüncü bir durum da, Şirketin “borca
batık” yani şirketin aktiflerinin borçlarını karşılayamaması halidir. Bu
durumda, şirket “zarar”dan da öte bir durumdadır ve artık; şirket aktifleri
borçları karşılamadığı için, şirket çalışanlarının, şirketten (vergi/sosyal
güvenlik borçları nedeniyle) devlet dâhil alacaklı olanların alacaklarını tam
olarak tahsil etme gücü azalmış/imkânsız hale gelmiştir. İşte “teknik iflas”
olarak adlandırılan durum genel olarak budur.
Teknik iflas durumunda ise, Yönetim
Kurulu’na yukarıda bahsettiklerimden farklı olarak, “şirketin sahip olduğu para, gayrimenkul, menkul, stok vb. aktiflerinin/varlıklarının
muhtemel satış değerlerini hesaplayarak, bunların değerinin borçları
karşılamaya yetmediği durumda şirketin ‘gerçekten’ iflası için Mahkemeye
müracaat etmek” sorumluluğu yüklenmiştir.
Görüldüğü gibi Kanun, aslında gayet
mantıklı ve kendi içerisinde tutarlı bir şekilde hem Yönetim Kurulu’na hak ve
yetkiler tanımış hem de üçüncü kişilerin alacaklarını tam olarak tahsil
edebilmesi/zarara uğramamaları için, “teknik iflas” durumundaki şirketler için “gerçek
iflas”a giden süreci açmış/zorunlu kılmıştır.
Kısaca Kanunumuz, teknik iflas
durumundaki Şirketin Yönetim Kurulu’nun sorumlukları daha da artmakta ve bu
kişilerin, “dürüst davranma”, “mal kaçırmama” ve “alacaklılarını zarara
uğratmama” konusundaki ödevleri daha dikkatli bir şekilde yerine getirmeleri
beklenmektedir.
Fakat ülkemizde, sıkça yapılageldiği
gibi Kanunların, belirli sürelerle uygulanmamasını mümkün kılan başka bazı
Kanunlar da çıkarılmakta ya da aslında Kanunu açıklama/nasıl uygulanacağını belirlemek
amaçlı kullanılması gereken Yönetmelik, Tebliğ gibi idari işlemlerle Kanunların
uygulanması başkalaştırılmakta/değiştirilmektedir.
Bu çerçevede Ticaret Bakanlığı
tarafından 2018 kur krizinin hemen ardından 15.09.2018 tarihinde, “6102 Sayılı
Türk Ticaret Kanununun 376 ncı Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Usul ve Esaslar
Hakkında Tebliğ” adı verilen bir Tebliğ yayımlanmış ve 01.01.2023 tarihine kadar, “teknik iflas”ta,“sermaye kaybı veya borca batık olma durumuna ilişkin yapılan
hesaplamalarda, henüz ifa edilmemiş yabancı para cinsi yükümlülüklerden doğan
kur farkı zararlarının dikkate alınmayabileceği” kuralı getirilmiş; aynı
tebliğde, 2020 yılı sonunda yapılan değişiklikle de, kur farkı zararlarının tamamının yanında, “2020 ve
2021 yıllarında tahakkuk eden kiralamalardan kaynaklanan giderler,
amortismanlar ve personel giderlerinin toplamının yarısı” nın da teknik
iflas hesaplamasında dikkate alınmayabileceği hükme bağlanmıştır.(Bu tebliğe https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=24813&MevzuatTur=9&MevzuatTertip=5
adresinden ulaşılabilir.)
Ne yazık ki ülkemizde, açık Kanun
hükümleri olmasına rağmen, Kanunlar, idari düzenlemelerle ve normlar
hiyerarşisine aykırı bir şekilde işlevsiz/uygulanamaz hale getirilmektedir. Kanaatimce,
Ticaret Bakanlığı’ınca yayımlanan bu tebliğ, “hesaplama şeklini
açıklama/belirleme” görüntüsü altında, Kanunun uygulanması işlevsiz/neredeyse imkânsız
bir hale getirdiği için, Kanuna açıkça aykırıdır.
Ülkemizde, “teknik iflas”
durumundaki şirketlerin “gerçek iflas” sürecine girmeleri, hem özellikle kamu
bankaları eliyle yürütülen kredi pompalamaları hem de tebliğ gibi idari işlemlerle
yapılan düzenlemelerle imkânsız bir hale getirilmiştir. Nitekim, bu durumun bir
sonucu olarak, basında “Borsada zarar eden şirketler marttan bu yana ortalama
yüzde 218 yükseldi” şeklinde haberler yayımlanmaktadır. (https://www.haberturk.com/zarar-edenlerin-hisseleri-uctu-haberler-2834622-ekonomi)
Bu haberlerde dikkat çekilen durumun ortaya çıkma nedenlerinden biri de
yukarıda bahsettiğim Tebliğdir. Tebliğle; yani kamu eliyle, "zombi şirketler"in, “gerçek”
iflas sürecine girmeleri açıkça engellenmektedir.
Şirketlerin batmalarının engellenmesi bir politik tercih olarak hayata geçirilebilir; ancak, bunun açık bir şekilde, Kanun'la ve piyasa dinamiklerini bozmadan yapılması gerekir. Gelecekte, kredi yapılandırmaları
gerçekleşmez ve şirketlerin yabancı para cinsi yükümlülüklerden doğan kur farkı
zararları, kira, amortisman ve personel giderleri dayanılmaz bir hale gelirse, bu
şirketlerin borçları da doğrudan kamunun/toplumun üzerine yıkılmış olacaktır.
Özellikle halka açık şirketlere
yatırım yapanların bu gerçeği bilerek hareket etmeleri ve yatırım yaptıkları
şirketlerin bilançolarını, aktiflerini ve yükümlülüklerini dikkatli bir şekilde
incelemeleri ve takip etmeleri gerekmektedir.
04 Mayıs 2021
Avukat Atasoy ZER
Yorumlar
Yorum Gönder